Kural, yasa veya temel olarak kabul edilebilecek ekolojinin ilkeleri vardır. Yarrow’a göre bu ilkeler;
- Her şey diğer her şeyler bağlantılıdır ve tümü dinamik özellikte olan bir ekolojik ağ oluşturur.
- Ekolojik ağda oluşan küçük bir bozulma, uzak bir noktada ve ileri bir dönemdeki çok büyük etkilerle kendini gösterebilir.
- Doğal bir komünitenin değişimini yaratan koşullar tüm ekosistemdeki enerji ve madde akışını etkileyebilir.
- Doğadaki her şey her varlık değişimlere açıktır.
- Doğada atık yoktur, her şey taşınır, dönüşür ve yavaş veya hızlı yürüyen bir döngüde yerini alır.
- Komünitelerin çevresel değişikliklere toleransları değişken ve birbirinden farklıdır.
- Bitki komünitelerindeki süksesyon, değişim diğer canlı gruplarını doğrudan etkiler.
- Doğa en iyisini bilir. İnsan eliyle yapılan her türlü müdahale doğa için eninde sonunda yıkıcı olabilir. Çünkü doğada karşılıksız, etkisiz bir değişim yoktur.
- Her kazanımın bir bedeli vardır ve ödenmesinden kaçınılmaz, ancak bedeliyle geciktirilebilir.
- Ekosistem yönetiminin başarısı, ekosistemdeki tüm toplulukların birbiriyle ve çevre koşulları ile olan ilişkilerine bağlıdır.
Ekolojinin ilkeleri
Ekolojinin ilkeleri ‘ni Kışlalıoğlu ve Berkes ise, ekolojinmin öğretileri olarak 10 maddede belirtmişlerdir. Bunları ayrı ayrı başlıklar halinde açıklayacağız. Ekoloji çok geniş bir kavram olduğundan öncelikle şu makalemize göz atabilirsiniz.
Doğanın Bütünlüğü İlkesi
Doğa, bütün canlı ve cansız varlıklarıyla; bitkiler, hayvanlar, insanlar, akarsular, dağlar, ovalar, denizler, havası, suyu yani her şeyiyle bir bütündür. Ve her şey, varlıklarını sürdürmeleri bakımından az ya da çok birbirlerine bağlıdır.
Ekolojinin ilkeleri başında doğanın bütünlüğü ilkesi gelir. Canlıların besin zinciri veya bitki, ağaç, toprak, su, mantarlar ve diğerleri arasındaki etkileşim ve ortaya çıkan olağanüstü bir sistem.
Yukarıda bahsedildiği üzere doğa ile ilgili çevresel sorunlara bilimsel yaklaşımın temelini de doğanın bütünsellik ilkesi oluşturur. Bir zararlıyla mücadele için kullanılacak zehirin, o zararlıdan çok toprağa, suya, diğer canlılara ve havaya belki de daha fazla olumsuz etkisi olacaktır. Bu nedenle “doğa bir bütündür” ilkesi sürekli ön planda tutulur.
Doğa ardıllık içinde bir bütünlük oluşturur. Doğada bütünlük, birbirini izleyen, birbirinin yerine geçen olaylar zinciriyle ekosistemlerde önemli değişimler meydana gelmesiyle kendisini hissettirir. Çığ, fırtına, volkanik patlamalar gibi şiddetli bir doğa olayında veya yangın ve benzeri felaketlerde ekosistemlerde ortaya çıkan değişimlerin temelinde bütünlük ilkesi olan bir “ardıllık” süreci başlar. Öncelikle bölgedeki bitkiler ve onlara bağlı yaşayan canlılar zarar görür. Ancak her seferinde yok olan, zarar gören türler, çoğu zaman da daha sağlıklı olarak yeniden ortaya çıkarlar. Zorlu koşullara uyum sağlayabilen, hızlı büyüyen ve yayılan öncü türler ilk olarak bölgede oluşmaya başlar, bazı kuşlar ve canlılar bunlarla beslenir. Öncü bitkilerin gübreleri toprağı zenginleştirir, yeni bitki ve ağaçlara ortam oluşturur ve canlı yaşam tekrar kendini gösterir.
Bu oluşumlarda sabit bir durum, kesin kurallar ve süreler yoktur. Çok kısa veya çok uzun yıllar da sürebilir. Her doğal ortam farklı bir ardıllık ortaya koyar. Yaşanan ardıllık sürecinde, insan marifetiyle olan müdahaleler “bütünlüğe” zarar verir. O bölgeye uygun olmayan ve dışardan getirilen bitki ve canlı türleri, bir nehrin yatağının değiştirilmesi gibi yanlış uygulamalar sistemi derinden etkiler. Tekrar eski haline getirme çabaları ise, çoğu zaman bir sonuç vermez ya da çok uzun süreler alır.
Doğanın Sınırlılığı İlkesi
Uzayın derinliklerinde, içinde yaşam olmayan ayın hemen yakınında, mavi beyaz renkleriyle yüzen, bir fotoğraf karesine girecek kadar küçük, sınırları açıkca görülen dünyanın ilk resmi Aralık 1968’de Apollo 8’i kullanan F.Borman tarafından çekildiğinde her şey apaçık ortadaydı.
Ekolojinin ilkeleri anlamında dünyanın sınırlılığı ilkesi çok önemlidir.Dünya, tektir ve imkanları sınırlıdır. İnsanın ekonomik açgözlülüğü sınırları zorlamaktadır. Ekolojik zorlamalarla, doğal alanlar tek tek yok olmakta veya zarar görmektedir.
İnsan da tıpkı doğa ve doğanın diğer unsurları gibi sınırlıklar içerisinde varlığını sürdürür. İnsan vücut ısısı optimum 37 derece düzeyindedir. Oda ısısı düşürüldüğünde vücut buna tepki verir, metabolik faaliyetlerini artırarak ve daha fazla enerji tüketerek vücut ısısını dengeler. Tersi durumda ise, yine vücut terleme ve buharlaşma ile vücut ısısını dengeler. Bu durum organizmanın normal sınırlarını temsil eder. Fakat enfeksiyon oluşması ve buna sebep olan mikroorganizmaların öldürülebilmesi için, vücut ısısı 40 dereceye kadar artar. Bu sınır aşıldığında örneğin; 3 derece ve daha fazla olduğunda insanın yaşaması mümkün hale gelmez. Geri dönüşü olmayan ölüm gerçekleşir.
“Taşıma kapasitesi”, “tüketim” ve “üretim” kavramlarının bu konudaki anahtar kelimeler olduğunu söyleyebiliriz.
Ekolojik taşıma kapasitesi genel anlamıyla çevre üzerinde istenmeyen değişimlere neden olacak insan faaliyetlerinin sınırlarını ifade etmektedir.
Ekolojik taşıma kapasitesi, “belirli bir türe ait canlı bireylerin bir ekosistemde belirli aralıklarla oluşan elverişsiz ekolojik koşullardan zarar görmeden yaşayıp gelişebilenmiktarı” veya “doğal bir ekosistemin, barındırdığı canlılara sağlayabileceği yaşam olanaklarının sınırlarını ifade eden bir kavram” olarak açıklanırken, bitkiler ve hayvanlar, toprak, su ve havaya kadar uzanan tüm ekosistemlerin hangi kullanım düzeyinde etkileneceği ve bu kullanımın maliyetinin ne olacağı konularıyla ilgili olduğu belirtilir.
Doğal alanların ve dünyadaki her şeyin bir taşıma kapasitesi var. Belirli bir nüfusu barındırıp besleyebilme, toprağın verebileceği kadar ürün elde etme, deniz ve akarsuların avlanabilecek balık miktarı, kirlilik sınırları, atıkların emilebilme veya tolere edilebilme düzeyi gibi olaylar dünyanın taşıma kapasitesiyle ilgilidir.
Önceden belirlenmiş sınırlar içindeki taşıma kapasitesinin aşıldığı durumlarda, dünyanın sınırları tahrip edilmiş olacaktır.
Sınırların aşılmasındaki temel nedenlerin başında tüketim ve buna bağlı olarak üretim çılgınlığı gelmektedir. “Yeterince tüket, yeterince üret” dengesi “tüketebildiğin kadar tüket, üretebildiğin kadar üret” anlayışına evrildiğinde sınırların tehlikeye girmesi kaçınılmaz olmaktadır.
Doğanın “Özdenetim” İlkesi
Doğanın “özdenetim” ilkesi, doğanın bütünlüğünün işleyişini vurgular. Büyük bir ekosistem olarak, doğanın kendi sistematiğinde, kendi kendini denetleyen doğal ve beşeri mekanizmalar bulunur. Bu mekanizmalar aracılığıyla, özellikle insan kaynaklı oluşan sorunlara karşı önlemler geliştirerek varlığını sürdürmeye çalışır.
Ekolojinin ilkeleri konusunun olmazsa olmazı doğanın özdenetimidir. Aşırı nüfus artışı yaşayan bir ülkede yeterli önlem alınamıyorsa, açlık ve yoksulluk gibi nedenlerden dolayı hızla artan nüfus, bir müddet sonra azalmaya başlayacaktır. Ya da ıssız bir adaya bırakılmış bir hayvan grubunun sayısı önceleri belirli bir artış gösterirken, bir süre sonra açlık ve diğer nedenler, hayvanların yok olmalarına neden olmaya başlayacaktır. Böylece nüfus dengelenecektir.
Doğa kendi yaşam ve varlık koşulları içinde “özdenetimini”, doğa yasaları içinde gerçekleştirmekte çok mahir ve ustadır. Doğada gelişimini sonsuza kadar sürdürebilen bir canlıya rastlanamaz. Bir canlı bulunduğu ortam içinde olduğundan fazla büyüklüğe gelememektedir. Doğanın özdenetimini belirli koşullar içerisinde bunu ayarlayabilmektedir.
Ekosistem içindeki her tür, o ekosistemin taşıma kapasitesine ulaşıncaya kadar nüfusunu artırma eğilimindedir. Ancak, hiçbir türün ne nüfusu doğal yaşam alanlarının bozulmasına neden olacak kadar attığına ne de soyunun tükenmesi tehlikesi oluşacak kadar azaldığına tanıklık edilmez. Örneğin; erkek bir kuş bölgesini koruma içgüdüsüyle rakiplerine saldırır, erkek aslanlar ve ayılar rakip erkeklerin yavrularını, besine ulaşma amaçlı rekabet hissiyle öldürürler.
Fare sayısı çoğaldığında, onlarla beslenen tilki ve baykuşların sayısı da artar. Zaman içerisinde farelerin kendilerine yetmeyecek düzeye geldiklerinde avlanma şansları azalır ve sayıları azalmaya başlar. Kurt, aslan, kaplan gibi bazı hayvan türleri ise, aşırı avlanmaktan kaçınır dolayısıyla avlarının sayısı hep sabit kalır. Bu hayvanlar doyduklarında israfa gitmez, fazlasına bakmazlar. İnsanın aç gözlülüğü ise; sürekli gereğinden fazlasını ister, depolar ve aşırı tüketim eğilimi hep kendisini belli eder. Bu doğanın özdenetim ilkesiyle izah edilebilir bir nüfus denetiminin doğal yollarla sağlanmasıdır.
Doğadaki besin zincirinin oluşmasında önemli rol alan “avcılık”, doğanın özdenetiminde büyük rol oynar.
Avcılar, diğer hareketli canlı türlerini yiyerek beslenen “bakteriler”, “tek hücreli canlılar” ve “hayvanlardır”. Bu avcı grupları doğaları gereği ve varlıklarını sürdürebilmek için ekolojik sistem içinde avcılıklarını sürdürürler. Bu sağlıklı bir olaydır. Bu haliyle doğada bir taraftan yaşam devam ettirilirken, diğer taraftan “doğal seleksiyon” gerçekleşir. Türler, soylarını daha sağlıklı genlerle devam ettirirler.
İnsanlar, ayrı bir grubu oluştururlar. Kalabalık nüfus, doğal yerleşim yerlerine sürekli tecavüz, teknolojinin her olanağını kullanma, çok gelişmiş arazi araçları ve benzeri donanımlarla avcılık yapmak ister. Dünyanın birçok yerinde belirli kurallar altına alınmışsa da, insanın avcılığı günümüzde artık doğaya doğrudan ve sayısı olumsuzluklar içeren müdahaleleri anlamı taşımaktadır. İnsan artık ihtiyaçları için değil, zevk için öldürmektedir. Zevk için hayvan öldürmek, insanlıkla bağdaşmayacağı gibi hiç bir dinde de yeri yoktur.
Ekosistemlerin bu müthiç özdenetim koşullarını, dışardan yoğun insan müdahalesi bozmaktadır. Bu durumda doğadaki dengeler de allak bullak olmakta ve çok değişik ekolojik sorunlar ortaya çıkmaktadır.
İnsan müdahalesinin boyutları büyüdükçe doğa özdenetim gerçekleştirmekte zorluklar çekecektir. Bu durumda insan müdahalesi bu defa doğanın kendi kendine gerçekleştiremediği özdenetim, kendisi tarafından yapılmaya çalışılması sonucunu doğuracaktır. Bir ekosistemde etçillerin ortadan kaldırılmasıyla, ortaya çıkan otçuk hayvanların sayısının artması ve doğal sonucu bitki varlığının azalması ya da tersi bir durumda etçillerin sayısının artmasıyla doğal işleyişin zarar görerek bitki varlığının kontrolsüz yayılması. Her iki durumda da açlık ve benzeri sorunlarla türlerin tehlikeye girmesi kaçınılmaz olacaktır.
Doğanın Çeşitliliği İlkesi
Doğa, canlı ve cansız varlıklardan oluşan 30 milyonun üzerinde bir çeşitlilik içermektedir.
Çeşitlilik farklılıktır. Doğal zenginliklerin en önemli göstergelerinden birisidir. Her yaratılmış türün bir nedeni vardır ve diğer türlerle ilişkili olduğu bilinmektedir. Doğanın çeşitliliği ekolojinin ilkeleri açısından en önemli yasalardan birisidir.
Doğada Var Olan Hiç Bir Şey Yok Olmaz
Bu ilkenin temelini birinci termodinamik yasasının “madde ve enerji sakınımı prensibi” oluşturur. Buna göre, ortamda var olan madde ve enerji yok edilemez. Aynı haliyle veya şekil değiştirerek çok farklı yerlerde ortaya çıkarlar.
Linyit yakan bir fabrikanın bacasını biraz daha uzatmak, çöpleri denize atmak, kimyasal atıkları çok daha derinlere gömmek, sanayi atıklarını akarsulara yönlendirmek sorunu çözmüyor.
Ekolojinin ilkeleri diyor ki; doğada var olan hiç bir şey yok olmaz.
Antartika’da yaşayan penguenlerde tarımda kullanılan bir zehirin kalıntılarına rastlanması tesadüfi değildir. En bakir ormanlık alanların asit yağmurlarıyla yok olması, besin zinciriyle ortaya çıkan sorunlar ve yaşanan doğal ve insani dramlar ve benzeri felaketler, doğada yok olmayan ve her geçen gün miktarı ve etkisi çoğalan zehirli atıklar nedeniyle meydana geldiği artık açıkça bilinmektedir.
Bu ilkenin mesajı aslında çok nettir. Kullanılan kimyasalları, nükleer atıkları ve diğer zararlıları yok edemezsiniz. Bulunduğunuz ortamdan uzaklaştırırsınız. Belki gözünüzle görmezsiniz ama bu onlardan kurtulduğunuz anlamına asla gelmez. Ya aynı ya da şekil değiştirmiş ama zararlı ve yok edici fonksiyonu değişmemiş olarak etkisini nesiller boyu sürdürür. O halde bu tür maddelerin, dünyamızın kaldırabileceği düzeyde kullanılması, ütopyadır belki ama ya da hiç kullanılmaması zorunluluk ve kaçınılmazdır.
Doğada Bedelsiz Yarar Olmaz
Enerjinin ikinci kuralına göre, enerji bir biçimden diğerine dönüştürüldüğünde, ancak bir kısmı kullanılabilir. Örneğin; bir araba için kullanılan enerjinin sadece onda biri aracı yürütmek için kullanılır, geriye kalan havaya uçar. Canlıların enerji kullanımı da benzerdir. Kullanılamayan enerji ise, kullanılan enerji için verilen bedeldir.
Doğal kaynaklar kullanarak elde edilen her kazancın bir bedeli olmaktadır. Şunu biliyoruz ki; kullandığımız, tükettiğimiz, yediğimiz, içtiğimiz herşeyin kaynağı veya hammaddesi doğadan alınmaktadır. Ve malesef kullanımdan sonra geriye kalan atıklar da tekrar doğaya bırakılmaktadır. Gerek kullanımda gerekse atıkların doğaya bırakılması bir denge sorununun esas kaynağıdır.
Doğada bedelsiz yarar olmaz, ekolojinin ilkeleri arasındadır.
Yaşamımızı yerine göre lüks ve büyük kolaylıklar ve rahatlıklar içinde sürdürebiliyorsak, bunu doğayı tüketerek adeta her bir tarafını belirli ölçülerde hatta ölçüyü çoğu zaman da kaçırarak kemirerek sağlayabiliyoruz.
Bütün bunları doğa merkezli yaparken, bir taraftan da insan, çeşitli şekillerde tezahür eden ve etkilerini yaşadığı “bedeller” öder. Tarım ilaçlarına maruz kalmış besinler, solunamayan kirli hava, içilemez su, çoğu çaresiz hastalıklar ve benzerleri bu bedelin karşılığı olarak görülebilir.
Doğa Kendisine Yapılana Tepki Gösterir
“Her etkiye bir tepkinin olması”, fizikte bir temel kuraldır ve bunu yaşamımızın her alanında sıkça yaşarız. Doğa, kendisine yapılan olumsuz müdahalelere tepki verir. Ancak doğa çok sabırlıdır ve bu tepki bazen kısa zamanda ortaya çıksa da bazen çok daha geç ama çok şiddetli olarak ortaya çıkabilir.
Doğanın kendisine müdahale edecek tek canlı türü insandır. İnsanın müdahalesinin sınırları ise nüfusunun artması, geliştirdiği teknoloji, araç, gereç, malzemeler ve benzeri donanımların yardımıyla her geçen gün artmaktadır.
Doğaya müdahale daha çok yanlış “arazi kullanımı” ile kendisini göstermektedir. Büyük verimli araziler çevrilerek tek tip hayvan çiftlikleri oluşturmak, bölgenin iklim ve genel yapısına uymayan yabancı bitki ve canlı türleri taşımak suretiyle ekosisteme yapılan etkiler sonucu, bir süre sonra o bölgenin fauna ve florasında yıkıcı sonuçları olan değişimlere rastlanmaktadır.
Otoyolların yanlış güzergah seçimleri ve uygulamalarıyla yaşanan doğal sorunlar. Karadeniz otoyolu buna güzel bir örnek teşkil eder. Giresun ilinden geçen yol, dik yamaçlara kurulu şehrin yağmur sularının denizle buluşmasını önler nitelikte yapılmış ve Giresun, şiddetli yağışlarda büyük sel felaketleriyle sık sık karşı karşıya kalmaktadır.
Yayla yollarıyla yamaçlara yapılan müdahaleler, yine özellikle karadenizde sık sık toprak kaymalarına neden olmaktadır.
Dere yataklarına yapılan evler ve iş yerleriyle, zaman zaman büyük sel felaketleriyle karşı karşıya kalmaktadır. Su yolunu bulacaktır ve yatağında akacaktır. Eğer su yatağına evler yaparsan, doğa buna mutlaka bir gün tepki verecektir ve sonu can ve mal kayıplarıyla gelecektir.
Tarım alanlarını imara açılması da bir başka sorunu oluşturmaktadır. Adapazarı depremi buna örnektir. 1999’da yaşanan büyük depremde can ve mal kayıpları tarım alanlarına yapılan konutlarla meydana gelmiş, eski şehrin kurulu olduğu ve 3-4 km mesafede olan yerleşimlerde zarar oluşmamıştır.
doğa kendisine yapılana tepki gösterirOrmanların bilinçsizce kesilmesi, ağaçlarla beraber bitki topluluklarının ortadan kaldırılması ile sel felaketlerinin önü açılmış ve birçok felakete de sebebiyet vermiştir.
Akarsuları, denizlerin kirletilmesiyle oralardan ürün alınamaz veya sağlıksız ürün alımı söz konusu olur. Doğa, tepkisini bu şekilde göstermiş olur.
Göller veya sulak alanlara müdahaleye de, doğanın tepkisi büyük olur.
Antalya, Elmalı ilçesinde bataklığın kurutulması ile iklimsel ve diğer ekolojik değişimlerle ismini bile aldığı elmayı aynı lezzette yetiştiremez hale gelmiş, birçok canlı türü ortadan kalkmıştır.
Dolayısı ile ekolojinin ilkeleri hiç şaşmaz ve doğa kendisine yapılana tepki gösterir.
Doğa En Uygun Çözümü Bulur
Doğa, en uygun çözümleri milyonlarca yıldır bularak varlığını sürdürmeyi başarmıştır. Gelişen koşullara göre yeni, canlı ve bitki türleri oluşmuş, yok olmuşlar, sonrasında onların yerine başkaları ikame olmuş ve bu milyonlarca yıldır devam edegelmiş.
Milyonlarca tür doğada uyum içerisinde varlıklarını sürdürmeye devam ettirmektedirler, ortaya çıkan sorunları kendi sistematiği içerisinde en uygun çözüm yollarıyla çözerek, bundan sonra da devam ettirecektir.
Doğa, bu uzun sürede geliştirdiği uyum ortamında kendisini yenileyecek ve bazı olumsuzluklarını olumluya çevirecek özellikler edinmiştir. Doğaya yapılan insan müdahaleleri, doğanın milyonlarca yıldır oluşturduğu uyuma zarar vermektedir.
Aşırı insan müdahaleleri karşısında doğa çaresiz kalmaktadır. Kendini yenileyemeyecek bir duruma gelmektedir. Bunun sonucunda ise, ağır çevre sorunları ortaya çıkabilmektedir. Çünkü, doğa insan müdahalelerinin sürekliliği ve büyüklüğü karşısında çaresiz kalmaktadır. Örneğin; aşırı tarım, aşırı sulama, aşırı tarım ilacı, suni gübre, hormon, aşırı mahsul elde etme uygulaması sonucu toprak verimini tamamen kaybetmekte ve hiçbir ürün alınamaz hale gelmektedir. Toprağın eski haline gelmesi ise, artık bu nesillerin göremeyeceği kadar uzak bir zaman alacaktır. Belki de hiçbir zaman eski haline dönüşemeyecektir.
Ekolojinin ilkeleri, doğanın en uygun çözümünü bulduğuna kanaat getirir.
Doğa, bütün olumsuzluklara rağmen, kendini yenileme ve geliştirme konusunda çok yetenekli ve toleranslıdır. Kendini uzun süreler içinde olsa da yenileme özelliğine sahiptir. Nitekim uzun süre kendi haline bırakılan ekosistemlerde, bazı koşullara bağlı olarak bitki ve hayvanların canlandığı çoğaldığı, uyum içinde bir yaşamın başladığı görülmektedir.
Kültürel Evrim ve Geleneksel Ekolojiye Saygı
İnsanların nesiller boyu, kendi deneyimleriyle geliştirdikleri ekolojik uyumlar vardır. Örneğin; dik arazide teras yaparak tarım yapmak, değişik kültürel yemeklerin hazırlanmasındaki geleneksel uygulamalar, eskilerden gelen ekolojik bilgilere saygı duyulmasını öğütler.
Doğa ile Birlikte Gitmek
Milyonlarca türün bir arada ve bütüncül olarak varlığını sürdürdüğü doğa, gerek ortaya koyduğu uyum gerekse ortaya çıkan sorunlara karşı geliştirdiği çözüm yollarıyla insana, muazzam bir örnek oluşturmaktadır. Bu durumda insanın, tarımsal, endüstri işleri, yollar, konutlar, rekreasyonel alanları yapımı ve diğer doğa ilişkilerinde doğayla birlikte gitme ve doğayla birlikte olma dışında bir tercihi bulunmamaktadır. Doğa ile birlikte gitmek ekolojinin ilkeleri konusunda olmazsa olmazdır.
Doğayla zıtlıklar içinde uygulamalar da tabi ki söz konusudur. Hem de yaygın olarak ancak, çevre sorunlarını peşinden sürükleyerek…
[quotes quotes_style=”bquotes”]Yararlanılan Kaynak : Prof. Dr. Suat KARAKÜÇÜK, EKOREKREASYON Rekreasyon ve Çevre, Gazi Kitabevi, Nisan 2016[/quotes]